Kendini Yetiştirmek

Kalbin Sağlığı ve Hastalığı

Bizim hayatımız kalbe ve ruha bağlıdır; vücudu idare eden odur; bütün uzuvlar ve organlar onun emri altındadır, bütün fiillerimiz ve hareketlerimiz ondan kaynaklanmaktadır. Öyleyse insanın saadeti ve bedbahtlığı kendi kalbine bağlıdır. Kur’ân-ı Kerim’den ve hadislerden insan vücudu nasıl bazen sağlıklı ve bazen de hasta ise, kalbin de bazen sağlıklı, bazen de hasta olduğu anlaşılmaktadır. Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: Malın da çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde, ancak Allah’a selim bir kalple gelenler başka. [1] Ve yine şöyle buyurmaktadır: Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. [2] Başka bir yerde de buyuruyor ki: Cennet sakınanlara yaklaştırılmış, onlardan uzakta değildir. İşte denecek size, mâbûduna tövbe eden, emri, iyiden-iyiye koruyan herkese vaat edilen bu; görmediği halde Rahman’dan korkan ve O’na yönelmiş bir yürekle gelen kişiye vaat edilen bu. [3] Gördüğünüz gibi bu ayetlerde sağlık kalbe nispet edilmiştir ve insanın uhrevî saadetinin, selim ve Allah’tan korkan bir kalple O’na dönmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim bazı kalpleri hasta olarak tanıtır; örneğin: Kalplerinde hastalık vardır; Allah da hastalıklarını artırmıştır. [4] Ve yine şöyle buyuruyor: Kalplerinde hastalık olanlar ise iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip, arttırmışlardır. [5] Diğer bir yerde ise buyuruyor ki: Hani münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: Allah ve Resulü bize aldanıştan başka bir şey vaat etmedi, diyorlardı. [6] Ve yine şöyle buyuruyor: Kalplerinde hastalık bulunanların: “Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz” diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün.” [7] Bu ayetlerde küfür, nifak ve kâfirlerle dost olmak kalbin hastalığı olarak tanıtılmıştır. Bu gibi ayetlerden ve yine Resulullah’tan (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) nakledilen yüzlerce hadisten anlaşılmaktadır ki insanın kalbinin ve ruhunun da, tıpkı vücudundaki gibi, sağlığı ve hastalığı vardır. Bundan dolayı kalbin sağlamlığına ve hastalıklılığına mecazî bir anlam vermek gereksizdir. Kalplerin ve nefislerin yaratıcısı olan Allah-u Teala, insanı ve insanın kalbini tanıyan kutlu Peygamberimiz (s.a.a) ve Masum İmamlarımız (a.s) bazı kalplerin hasta olduğunu haber vermektedir. O halde kalbin hasta veya sağlıklı oluşu niçin bir hakikat olmasın?! İnsanı gerçekten tanıyanlar, nifak, hakkı kabul etmemek, kibir, kin beslemek, öfke, ayıp aramak, başkalarını çekiştirmek, ihanet, bencillik, korku, başkalarının kötülüğünü istemek, iftira, ağzı bozukluk, gıybet, kabalık, zulmetmek, ara bozuculuk, suç işlemek, cimrilik, hırs, kusur arama, yalan konuşma, makamperestlik, gösteriş, iki yüzlülük, hile, suizan, katı kalplilik, nefis zaafı vb gibi diğer çirkin sıfatları, kalbin ve ruhun hastalıkları olarak zikretmişlerdir. Böyle bir kalbe sahip olarak ölenler Allah-u Teala’nın yanına sağlıklı bir kalple gitmediklerinden şu ayet onları kapsamaz: Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde, ancak Allah’a selîm bir kalp ile gelenler başka.[8] Kalbin ve nefsin hastalıkları küçük ve ehemmiyetsiz sayılamaz; çünkü bu hastalıklar bedensel hastalıklarından kat kat daha tehlikeli olup, bunların tedavisi daha da zordur. Bedensel hastalıklarda vücudun dengesi bozulur, ağrı, rahatsızlık ve muhtemelen organ noksanlığı doğar. Ancak her durumda bu hastalıklar sınırlı olup sadece ölünceye dek devam edebilir. Ama kalp ve nefis hastalıkları uhrevî mutsuzluğa, işkenceye ve azaplara sebep olur, bu azap ve acılar kalbin derinliklerine inerek ruhu yakar, kül eder. Bu dünyada Allah’tan gafil olan, ilâhî ayetleri ve nişaneleri göremeyen, bir ömür dalalet, küfür ve günah içinde çırpınıp duran bir kalp, gerçekte kör ve karanlıktır. Kıyamette de bu kör ve ışıksız haliyle mahşere çıkarılır; sonunda da acı ve zor bir hayat dışında bir şey göremez. Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: Der ki: Yâ Rabbi! Beni neden kör haşrettin, halbuki ben görüyordum.” Allah da der ki: “Sana delillerim geldi de unutuverdin onları, işte sen de tıpkı öyle bir unutulmadasın bugün.” [9] Ve yine şöyle buyuruyor: Onunla akledecekleri bir akıl, işitecekleri bir kulak elde etmek için hiç mi yeryüzünde gezip dolaşmazlar? Gerçekten de gözler kör olmaz, ama gönüllerdeki can gözleri körleşir.” [10] Başka bir yerde de buyuruyor ki: Geceyle gündüzü, iki delil olarak yarattık. Bir delil olan geceyi giderdik de Rabbinizin lütfunu aramanız, yılların sayısını bilmeniz, hesâbını anlamanız için yerine başka bir delil olan ve her şeyi gösterip belirten gündüzü getirdik ve biz, her şeyi apaçık anlatmadayız.” [11] Ve yine şöyle buyuruyor: Allah, kimi doğru yola sevk ederse, odur doğru yolu bulan ve kimi de saptırırsa, o çeşit adamlara ondan başka hiçbir yardımcı bulamazsın ve biz onları, kıyamet günü, yüzü koyun kapanmış olarak kör ve dilsiz haşrederiz, yurtları da cehennemdir; orasının ateşi ve harareti sakin oldukça alevini fazlalaştırır, yakar-yandırırız.” [12] Bazıları bu ayete şaşırarak şöyle diyebilirler: “Bunun anlamı nedir? Kıyamette insanın bâtınî gözü nasıl kör olacak? Bizim bu zahirî gözümüzden ve kulakğımızdan başka da bir gözümüz ve kulağımız var mı ki?!” Bu sorunun cevabı “Evet”tir. İnsanların yaratıcısı ve “insanı tanıyan” ilâhî kimseler (peygamberler ve İmamlar) insanın kalbinin ve ruhunun da gözü, kulağı ve dili olduğunu bildirmişlerdir. Ancak onun gözü, kulağı ve dili kendi türündendir. İnsanın nefsi, sırlarla dolu bir varlık olup kendi zatının bâtınında (içinde) özel bir hayatı vardır. Nefsin, kendisinin özel bir âlemi vardır. O âlemde hem nur vardır, hem de zulmet; hem sefa ve aydınlık vardır, hem de kırgınlık ve bulanıklık; hem görme ve işitme vardır, hem körlük ve sağırlık. Ancak, o âlemin nuru ve zulmeti dünya âlemindeki nur ve zulmet türünden değildir. Allah’a, kıyamet gününe, nübüvvete ve Kur’ân’a iman, nefis âleminin nurudur. Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: Ona (Hz. Muhammed’e) inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler, işte kurtuluşa erenler onlardır.” [13] Ve yine şöyle buyurmaktadır: Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap da geldi.” [14] Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: Allah kimin göğsünü İslâm’a yarıp-açmışsa, artık o, Rabbinden olan bir nur üzerindedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşanların vay hallerine. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” [15] Allah-u Teala bize İslâm’ın, Kur’ân’ın, imanın, İslâm ahkâmı ve kanunlarının bütününün nur olduğunu ve onları izlemenin kalbi nurlandıracağını bildirmektedir. Gerçekten de insan onunla bu dünyada kalbi nurlandırırsa, ahiret yurdunda bunun sonucunu (mükâfatını) görür. Yine Allah-u Teala bize, küfrün, nifakın, günahın, hakka isyan etmenin, zulmet ve karanlık olduğunu, bunların kalbi karartıp bulandırdığını ve insanın, bunların cezasını ahiret yurdunda göreceğini bildirmiştir. Peygamberler de, halkı küfrün zulmetlerinden çıkarıp iman ve nur ortamına sokmak için gönderilmişlerdir. Nitekim Allah Teâla buyuruyor ki: Bu, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarmak için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” [16] Müminler bu dünyada iman, nefsi temizleme ve tezkiye etme, ahlâkî değerler, Allah’ın zikri ve iyi amellerin nuruyla kalp ve nefislerini nurlandırırlar. Bâtınî gözleri ve kulaklarıyla hakikatleri görür, işitir ve kemal derecelerinde Allah’a yakınlığa doğru hareket ederler. Böyle nefisler, bu dünyadan göçtükleri zaman nur, mutluluk, neşe ve güzellik alıverirler ve ahiret âleminde de bu dünyada hazırladıkları nurdan faydalanırlar. Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: O gün, mümin erkekler ile mümin kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan cennetlerdir. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” [17] Evet, ahiret yurdunun nuru, bu âlemde hazırlanmalıdır; bu yüzden kâfirler ve münafıklar ahiret âleminde nursuz olurlar. Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, müminlere derler ki: (Ne olur) Bir göz atın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım. Onlara arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp bulmaya çalışın, denilir.” [18] ________________________________________ [1]- Şuara/88-89. [2]- Kaf/38. [3]- Kaf/31-33. [4]- Bakara/10. [5]- Tevbe/125. [6]- Ahzab/12. [7]- Maide/52. [8]- Şuara/88-89 [9]- Taha/125,126. [10]- Hac/46. [11]- İsrâ/12. [12]- İsrâ/97. [13]- A’raf/157. [14]- Maide/15. [15]- Zumer/22. [16]- İbrahim/1. [17]- Hadid/12. [18]- Hadid/13.

Etiketler

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı