Peygamberimiz ve Ehl-i Beyt Işığında Kardeşlik

Cahiliye çağı, çeşitli alanlarda, teoride ve pratikte her türlü kötülüğün ve rezaletin sergilendiği bir sahne konumundaydı. Cahiliye çağının en iğrenç yanı, sözünü ettiğimiz bu ahlâkî çöküntü, bu yıkıcı anarşizmdi. Bu yüzden cahiliye toplumunda insanların en belirgin özellikleri saldırganlıktı. Geçerli olan yasa, orman kanunlarıydı. Toplumsal yabancılaşma, birbirini boğazlama, yağma ve talan cahiliye insanının temel ugraşısıydı. Kin ve intikam duyguları toplum hayatına damgasını vurmuştu.
Daha sonra islâm şafağı parlayıp, nurlarıyla tüm insanlığı aydınlatınca, ölümsüz ilkeleri ve gözkamaştırıcı hayat sistemiyle sözkonusu kötülükleri ortadan kaldırdı, rezaletlerin kökünü kuruttu. Dünyanın bu bölgesinde yaşayan bu cahiliye toplumundan, inanç sistemi, şeriat, ilim ve ahlâk olarak “insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmet” meydana getirdi. Artık küfrün yerini îman, anarşizmin yerini düzen, cehaletin yerini ilim, savaşın yerini barış ve intikamın yerini merhamet aldı.
Cahili kavramlar birer birer ortadan kalktı. Yerine İslâm’ın yeni ilkeleri yürürlüğe girdi. Peygamber efendimiz’sas’ ideal bir toplum (ümmet)un temellerini attı ve bu toplumu gün be gün geliştirdi. İnsanlığa ahlâk ve erdem nizamını ihraç eder hale getirdi.
Müslümanlar, Kur’ân sancağı altında saf tutup Resulullah’ın eşsiz önderliğinde hareket ettikleri sürece, kemal merdivenlerine tırmandılar, yücelikler ufkuna uzanıverdiler. Nihayet öyle bir kardeşlik örneği sergilediler ki, hiçbir sistem ve ilkenin böyle bir şeyi gerçekleştirmesi, ne ondan önce, ne de ondan sonra mümkün olmadı. İnanç bağlan, kan ve soy bağlarından daha güçlü hale geldi. îmanı değerler ulusal ve kabilesel değerlerden daha üstün tutuldu. Müslümanlar, birbiriyle kenetlenmiş, görkemli bir ümmet haline geldiler. Göklerinde kardeşlik bayrağı dalgalanıyordu. Hiç bir aykırı ses ve farklılığı körükleyen çağrı, birliklerini bozamıyordu.
“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır” (Hucurat, 13)
Kur’ân-ı Kerim her fırsatta, müslümanların ruhlarına manevî kardeşliği pekiştiren kavramları işliyordu. Değişik âyetleriyle ve birbirinden güzel hikmetli ve gözkamaştırıcı ifade tarzıyla bu husus üzerinde yoğunlaşıyordu.
Bir yerde kardeşliği, müslümanlığın temel bir yasası olarak vurguluyordu: “Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin.” (Hucurat, 10)
Bir başka yerde, ayrılığın etmenlerine karşı uyarıda bulunarak, kardeşlik ilkesini bir kez daha pekiştiriyordu. Kalplerin kaynaştırılması ve İslâm kardeşliği nimetini hatırlatıyordu. Cahiliye döneminin düşmanlık ve birbirini boğazlama nitelikli hayatının ardından varılan bu aşamanın insan onuruna yaraşırhgına dikkat çekiyordu. “Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, Allah kalplerinizi birleştirdi. O’nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz” (Âl-i İmran, 103)
İslâm manevî kardeşliği pekiştirmek için böyle çabalıyordu. Bölünme ve ayrılık getirecek çekişmelere karşı toplumu koruma altına alıyordu. Bunun için ölümsüz sisteminde, toplumsal bağlan kuvvetlendirecek ilkelere, yasalara yer veriyordu.
Şimdi, İslâm’ın kardeşliği pekiştirici ilkelerinden örnekler sunalım:
1. Müslümanları, ırkçı söylemlerin ve ayrılıkçı çağrıların tutsağı olmamaları için yüksek bir bilince ve kardeşlik duygusuna sahip olma yönünde eğitmek gerekir. İslâm, Yüce Allah’a itaat ve O’nun hoşnuduğunu elde etme adı altında, İslâm ümmetini bu yüce hedefe doğru yöneltir. Buna göre; sevgi de, öfke de, verme de, vermeme de, yardım da, yüzüstü bırakma da Allah için olmalıydı. Bununla kardeşliği pekiştiren kulplar, halkalar sağlamlaşıyor, ayrılıkçı söylemler etkisizleşiyordu. Müslümanlar birbirine kenetlenmiş sağlam bir yapı görünümünü kazanıyorlardı.
Ehl-i beyt imamlarının(as) konuya ilişkin değerli sözlerinin bir kısmını, okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz:
İmam Bakır(as) der ki: “Resulullah efendimiz(sas) şöyle buyurdu: “Bir mü’minin bir mü’mini Allah için sevmesi, imanın en büyük şubelerinden biridir. Haberiniz olsun! Allah için seven, Allah için öfkelenen, Allah için veren ve bir şeyi vermediği zaman Allah öyle istedi diye vermeyen kimse, Allah’ın seçkin dostlarından (asfiya)dır”
İmam Sadık(as) der ki: “Birbirini Allah için sevenler, kıyamet günü nurdan minberler üzerinde olurlar. Yüzlerinden bir nur, bedenlerinden bir nur ve minberlerinden bir nur herşeyi aydınlatır. Bu nurlarla tanınırlar. Denilir ki; bunlar birbirlerini Allah için seven kimselerdir.”
Ali b. Hüseyin(as) şöyle der: “Yüce Allah öncekileri ve sonrakileri bir araya getirdiği zaman, bir çagırıcı yerinden kalkar ve herkesin duyabileceği şekilde şöyle seslenir: ‘Birbirlerini Allah için sevenler neredeler?’ Bunun üzerine bir grup insan bulundukları yerden ayağa kalkarlar. Onlara şöyle denir: ‘Sorgusuz sualsiz cennete girin.’
Giderlerken meleklerle karşılaşırlar. Melekler:
– Nereye gidiyorsunuz? derler. Onlar:
– Sorgusuz sualsiz cennete gidiyoruz, derler. Bunun üzerine melekler:
– Siz kimlerdensiniz? Ne tür insanlarsınız? diye sorarlar. Derler ki:
– Biz birbirlerini Allah için seven insanlarız. Bunun üzerine melekler:
– Peki, siz ne tür işler yapıyordunuz? diye sorarlar. Bu adamlar derler ki:
– Biz Allah için sever, Allah için buğzederdik. Melekler derler ki:
– Amel edenler için ne güzel bir ödüldür bu.
İmam Sadık(as) der ki: “Dinden dolayı sevmeyenin ve dinden dolayı buğzetmeyenin dini yoktur.”
Cabir el-Ca’fi kanaliyle Ebu Cafer(as) in şöyle dediği rivayet edilir: “Sende hayır olup olmadığını öğrenmek istersen kalbine bak. Eğer kalbin Allah’a itaat edenleri seviyor, O’na isyan edenlere kızıyorsa, sende hayır var demektir ve Allah da seni seviyordun Ama eğer kalbin Allah a itaat edenlere kızıyor, O’na isyan edenlere sevgi besliyorsa, sende hayır yoktur ve Allah da seni sevmiyordun Kişi sevdiği ile beraberdir”
2- İslâm, müslümanları, onları birbiriyle kaynaştıracak şeylere teşvik eder. Böylece şeref, saygınlık ve huzura kavuşmalarını sağlar. Bunların başında birbirine hakkı tavsiye etme, iyilikte dayanışma, adalette yardımlaşma ve ekonomik hayatın çeşitli alanlarında birbirine destek olma gelir. Şeriat geleneğinde müslümanlar, bir aile gibidir. Bir ferdi mutlu eden ya da mutsuz kılan şey, tüm aileyi mutlu eder ya da mutsuz kılar.
Bu ailenin hayat anlayışı şudur: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler” (Fetih, 29)
Bu ailenin sloganı Resulullah efendimizin şu sözüdür: “Kim müslümanların dertleri ile ilgilenmiyorsa onlardan değildir.” 3- Müslümanları ayrılık ve düşmanlığa sebep olacak şeylere, çirkin hayasızlığa, iğrenç sözlere, gıybete, koğuculuga, hainliğe, sahtekarlığa karşı uyarmalı, bu tür olumsuzluklardan sakındırmalıdır. Fitne ve kargaşaya yol açacak etkenleri ortadan kaldırma mücadelesini vermelidir. Müslümanların bu mücadeledeki şiarları, Resulullah efendimizin(sas) şu sözü olmuştur: “Mü’min, halkın malları ve kanları hususunda emin oldukları kimsedir Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden esenlikte oldukları kimsedir Muhacir ise, kötülüklerden kaçıp hicret eden kimseye denir”
4- Müslümanlararası sevgi ilişkilerini geliştirecek fırsatların doğmasına zemin oluşturulmalıdır. Karşılıklı ziyaretleşmeyi teşvik etme, dinsel amaçlı toplantı ve seminerler düzenleme, müslüman toplulukların bulundukları yerleri görmeye yönelik geziler düzenleme olumlu girişimlerdir. Cemaat namazı ve hac mevsimine özgü toplu ibadet şekilleri bu kaynaşmanın en güzel şekilde gerçekleşeceği fırsatlardır.